1 / 104

ÇEVRE VE DİN

ÇEVRE VE DİN. NACİ PÜRMÜS ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSİ. Genelde dinlerin ve özelde İslam dininin insan çevreyle ilgili görüşlerini ortaya koymak konumuz olacaktır.

apollo
Download Presentation

ÇEVRE VE DİN

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. ÇEVRE VE DİN NACİ PÜRMÜS ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSİ

  2. Genelde dinlerin ve özelde İslam dininin insan çevreyle ilgili görüşlerini ortaya koymak konumuz olacaktır. Konunun daha iyi anlaşılması için birinci bölümde konuya genel bir giriş yapacağım ve yeni yüzyılda dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve özellikle de çevre sorununun konumu üzerinde duracağım . ikinci bölümde başlıca çevre sorunları üzerinde , Üçüncü bölümde ise , dinin çevreye yapacağı katkı üzerinde duracağım.

  3. ÇEVRE : İnsanın içinde yaşadığı fiziki ve tabii dünyası ve bu dünyada onunla yaşayan canlı cansız tüm varlıklar.

  4. Çevre sorunları hepimizi ilgilendiren bir gerçek olduğu halde, ne yazık ki herkes aynı bilinç ve duyarlılıkla hareket etmiyor . Bunun bir nedeni de çoğu insanın çevre sorununu bir teknik sorun olarak görmesi; diğer bir kısmının ise bunun resmi makamların ve kişilerin görevi olduğunu düşünmesidir.

  5. Çevreyi koruma , gelecek nesillere daha temiz ve sağlıklı bir çevre bırakma işini bir İBADET olarak telaki etmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Tüm bu çalışmaların temelinde , çevrenin biz İnsanlara ALLAH tarafından emanet edildiği ve bizim de çevreden sorumlu olduğumuz anlayışı yatmalıdır. Tüm bu yapıp etmelerimizden, sadece insanlara değil , gelecek nesillere ve Yüce Yaratıcıya da hesap vereceğimiz bilinci ile hareket etmeliyiz. Kur’an’ın şu ayeti bu konuda tüm Müslümanları uyarmaktadır : ’’ Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür . Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.’’ 99/ZilZal:7-8

  6. Bilindiği gibi, çevre sorunları yoğun olarak II . Dünya savaşı’ nı takip eden yıllarda hissedilmeye başlandı. Bu Savaş, sadece milyonlarca insanın ölümü, yaralanması; bir o kadar ailenin parçalanması ve tam bir sefalete uğramasına neden olmakla kalmamış; aynı zamanda medeniyetin ve gelişmişliğin sembolü olan şehirlerin , sanayi kuruluşlarının ve doğal çevrenin tahrip edilmesinde de çok büyük bir etken olmuştur.

  7. En değerli ve kutsal olan insan varlığına saygı duyulmayan ; ideolojik saplantılarla insanların kitleler halinde yok edildiği bir ortamda , doğal çevrenin korunmasını beklemek fazla iyimserlik olurdu . Bugün çevreye duyarlı insanların aynı zamanda barış ve özgürlük taraftarı olmaları, savaşın şiddetin ve işkencenin her türlüsünü ret etmelerinin temelinde böyle bir tecrübe yatmaktadır.

  8. Artan çevre sorunlarıyla beraber ,çevre bilinci de artmaktadır. Bunun somut sonucu da 113 Ülkenin temsilcileri ilk kez 1972’de stockholm’ da BM Dünya Çevre Zirvesinde bir araya gelerek çevre sorunlarını ayrıntılı bir şekilde görüşmüş olmalarıdır. Stockholm Çevre Konferansının çevre bilincinin gelişmesi ve özellikle de devletlerin çevre mevzuatlarının oluşması ve gelişmesine müspet katkıları olmuştur. Bu konferansın somut sonuçları ise ;5 Haziran’da DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ olarak kabulü, BM Çevre Programı (UNEP)’nın kurulması, Çevreyle ilgili hukuki dayanakların tespit ve geliştirilmesi sürecinin hızlandırılması olmuştur.

  9. Ülkemizde çevreyle ilgili gelişmeler uluslararası gelişmelere paralel olarak gelişmiş , sonuçta21 Ağustos 1991 Tarihinde Çevre Bakanlığı Kurulmuştur . Bununla beraber bu gelişmelerin en önemli yanını ise , çevre konusunun ilk defa anayasal bir temele oturtulması olmuştur. Bilindiği gibi 1982 Anayasası’nın 56. maddesi ‘’Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.’’ diyerek ,çevre hakkı’nı sosyal ve ekonomik hak ve ödev olarak nitelendirmektedir.

  10. ÇEVRE EĞİTİMİ Çevre eğitiminin tarihi oldukça yenidir . Çevre sorunlarının ortaya çıkmasının bir sonucu olarak çevre eğitimi gündeme girmiştir. Peki çevre eğitimi ne anlama gelmektedir? Çevre Eğitimini tanımlayan Bilim adamları onu ‘’İnsanın biyofiziksel ve sosyal çevresiyle ilgili değerlerin, tutumların ve kavramların tanınması ve ayırd edilmesi ‘’ olarak tanımlamaktadırlar.

  11. Çevre Eğitimin amacı ise; ‘’Dünyanın karşı karşıya bulunduğu (Çevresel) problemlerden haberdar olan , bu problemlerin nasıl çözüleceğini bilen ve buna gönüllü olan vatandaş yetiştirme olarak ‘’ ifade edilmektedir. Temel bir bilgilenme ve bilinçlenme olmadan ,sadece bazı kanun ve yönetmeliklerle çevrenin korunabileceğini sanmak yanlıştır. ÇEVRE EĞİTİMİNİN TEMELİ DOĞA VE İNSAN SEVGİSİNİ AŞILAMAK OLAMALIDIR. Doğa ve İnsan sevgisini işlerken Tarih ve Kültürümüzdeki zengin örneklerden yararlanmalı ve konu dini motiflerle desteklenmelidir.

  12. Bu eğitimin hedefi toplumun bütün kesimlerine ulaşmak ve çevre bilincini yaygınlaştırmak olmalıdır. Bundan beklenen temel amaç ise , günlük hayatımızdan başlayarak, yani hava , su , enerji , gıda , atıklar v.s. gibi konularda çevreci bir bilinçle hareket etmek ve eski alışkanlıklarımızdan kurtulmaktır. Ekolojik dengenin ne olduğunu kavramak ve bu dengeyi koruyacak yeni davranış ve yöntemleri kültürel zenginliğimiz çerçevesinde geliştirmektir.

  13. Başka bir ifadeyle, tarih ve kültürümüzdeki çevreyle ilgili değerleri yeni ve çağdaş bir anlayışla yorumlamak göreviyle karşı karşıya bulunmaktayız. Çevre ile ilgili eğitimde; 1-Çevre eğitiminin temeli, doğa ve İnsan sevgisini aşılamak olmalıdır. Yunus Emre’nin ’’Yaratılanı sev yaratandan ötürü’’ vecizesi bunun için güzel bir örnek teşkil etmektedir, 2-Çevreyi,sosyal,fiziksel ve biyolojik çevre öğeleriyle bir bütün olarak anlatmak,

  14. 3-Kişinin sağlıklı bir çevrede yaşamasının bir Hak olduğu kadar, böyle bir çevrenin oluşturulması, korunması ve sürdürülebilmesinin de aynı zamanda bir görev olduğu benimsetilmelidir. 4-Etrafımızdaki doğal dünya bütün zenginliği ve çeşitliliği ile tanıtılmalıdır. 5-Yakın çevreyi tanıtmak ,böylece yakın çevremizin bizim faaliyetlerimiz sonucu nasıl etkilendiğini daha dikkatli ve bilinçli olduğumuz takdirde ne gibi değişikliklerin olabileceğini göstermek,

  15. 6-Sağlıklı bir çevre ile İnsan sağlığı arasındaki ilişki vurgulanarak, 7-İnsanların günlük yaşayışları ve davranışları sonucu ortaya çıkan çevre kirliliğinin neler olduğunu örneklerle anlatmak, 8-Çevrenin korunması ve mevcut kirliliğin ortadan kaldırılmasında her şeyi Devletten ve başkasından beklemenin yeterli olmadığı ve uygun da olmadığı ,anlatılmalıdır.

  16. ÇEVRE SORUNLARI İnsan sosyal bir varlıktır . Sadece doğal çevrede değil , aynı zamanda toplumsal , tarihsel ve kültürel bir çevrede dünyaya geldiği gibi , yine böyle bir çevrede gelişimini tamamlamaktadır . Doğal çevreyle olan ilişkilerini de çoğunlukla bu içinde yetiştiği sosyal ve kültürel çevre belirlemektedir. Bu çalışmada çevre derken , genellikle kastedilen anlam, İnsanın içinde yaşadığı fiziki ve tabii dünyası ve bu dünyada onunla beraber yaşayan canlı cansız tüm varlıklardır . Bununla da İnsanın bütün bu varlıklarla olan ilişkileri sonucunda ortaya çıkan problemler vurgulanmaktadır.

  17. Bunun nedeni de, Ekoloji’ nin (Çevrebilimi)bize öğrettiği gibi , insanın davranış ve eylemlerinden sadece canlı doğa değil, cansız doğa da etkilenmekte , ve ekosistem bir bütün olduğundan bu cansız doğadaki etkiler geri dönüp hem diğer canlıları ve hem de insanın kendi varlığını tehdit etmektedir . Bunu en çarpıcı örneği ise ozon tabakasının incelmesi, asit yağmurları ve bunların neden olduğu çevre sorunlarıdır. (Ekoloji : Hayvan ile bitkilerin birbiriyle ve içinde yaşadıkları çevreyle ilişkilerinin bilimi demektir.)

  18. Şimdi çevre problemleri olarak anılan ve ekosistemdeki belli başlı bozulmalar , kirlenmeler, kimyasal atıklar, doğal kaynakların yok olması ve canlı tür çeşitlerinin tükenmesi, kısaca ekolojik dengelerin ve sistemlerin bozulması şeklinde ortaya çıkan olumsuzlukların başlıcaları üzerinde duracağım.

  19. HAVA KİRLİLİĞİ: İnsanlar tarafından atmosfere karıştırılan yabancı maddelerle hava bileşiminin bozulmasına Hava kirliliği denmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ise Hava kirliliğini şöyle tanımlıyor ; ’’ Hava kirliliği, canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen veya maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin normalin üzerindeki yoğunluğudur’’ Hava kirliliği toz , duman ve gazların havada yoğunlaşması biçiminde ortaya çıkar. Bunların Tabiattaki canlı hayatı etkiler seviyeye yükselmesi de, hava kirliliğini doğurur. Sanayileşme ile büyük hız kazanan hava kirlenmesi özellikle büyük kentlerin çevresinde yoğunlaşmaktadır. Sanayi işletmelerinin çıkardığı baca gazları havadaki oksijen ve su buharı ile birleşerek, bir dizi kimyasal reaksiyonlar sonucu asit yağmurlarına dönüşür .

  20. Asit yağmurları toprağın yavaş yavaş asitlenmesine yol açarak , ağaçların ve bitkilerin topraktan beslenmesine engel olur , çeşitli yollardan suya karışarak , sulardaki canlıların hayatını da etkiler. Havadaki karbon tozları , katı parçacıklar, karbonmonoksit, kükürtdioksit , doymamış hidrokarbonlar, aldehitler ve diğer kanserojen maddeler insanlarda solunum yolları hastalıkları, nefes darlığı ve akciğer kanseri gibi değişik hastalıklara yol açarlar.

  21. SULARIN KİRLENMESİ : Dünyanın yaklaşık olarak, dörte üçü sularla kaplıdır . Dünyada ki suların yalnızca % 3 ‘ü tatlı su, geriye kalanı tuzlu sudur. Su kaynaklarının kullanılmasını bozacak veya zarar verecek derecede niteliğini düşürecek biçimde suyun içersin de ORGANİK, İNORGANİK,RADYOAKTİF VE BİYOLOJİK herhangi bir maddenin bulunmasına su kaynaklarının kirlenmesi denilmektedir. Suyun kendi kendini temizlemesi olayı vardır.

  22. Akarsulara , göllere ve denizlere boşaltılan organik ve toksik maddelerin oldukça fazla olması halinde, sudaki çözünmüş oksijen son derece azalmakta, bunun sonucu bakteriler ölmektedir. Böylece kendi kendini temizleme olayı tamamlanamamakta ve su kaynakları kirlenmektedir.

  23. TOPRAK KİRLENMESİ : Hava ve su gibi Gezegenimizdeki hayatın bir diğer kaynağı topraktır. Toprağın içersin de milyonlarca canlı kaynıyor. Hepsinin ayrı, ayrı görev ve fonksiyonları var. Toprak altındaki solucanlar, köstebekler , böcekler , yılanlar ve bakteriler…v.s. Hepsi Ekosistemin dengesinin devamı için adeta birer görevli toprağın canlılığının devamını bu canlılar sağlıyor. Dünyadaki toprakların yalnız onda birin de tarımsal üretim yapmak mümkündür. Çevrenin bir bileşeni olan toprağın insanlar tarafından özümleme kapasitesinin üzerindeki miktarlarda, çeşitli bileşikler ve anormal toksik maddeler ile yüklenmesi sonucunda anormal fonksiyonlar göstermesi toprak kirlenmesiyle açıklanmaktadır.

  24. Toprağın üst tabakası insanlarla birlikte diğer canlılarında beslenmesinde temel kaynaktır. Toprak kayması ve Erozyonla yok olan üç santim toprağın yeniden oluşması yüzyıllar sürebilir. Özellikle Erozyonla ülkemizin çok verimli toprakları yok olmaktadır. Erozyon sonucu her yıl (Yaklaşık 500 milyon ton verimli toprağımız akarsularla ve rüzgarlarla denizlere veya başka ülke sınırlarına taşınıyor. Yapabileceğimiz en önemli şeyler erozyonla mücadele; yeşil alanlara , bitkilere, ağaç ve ormanlara sahip çıkmaktır.

  25. Yeryüzünde her canlı hayatını sürdürebilmek için, başka canlılara dayanır. İnsanlarda varlıklarını sürdürebilmek için diğer canlılara muhtaçtır. Bu yüzden İnsanlığın varlığının devam edebilmesi için , önce Havaya ve suya, sonra da toprağa ihtiyaç vardır. <<İNSAN TABİATIN SAHİBİ VE EFENDİSİ DEĞİL,MÜTEVAZİ BİR ÜYESİDİR.>>

  26. ORMANLARIN YOK OLMASI: İnsanlar üç-dört bin yıl kadar önce tarıma başladıklarında yeryüzünde 6 (Altı) Milyar Hektar ormanlık arazi vardı . Bu gün ise 1,5 Milyar Balta girmemiş orman olmak üzere geriye sadece 4(Dört) Milyar hektar kalmıştır. Ormanlar ticari ölçülere vurulamayacak kadar değerli kaynaklardır ; -Toprak oluşturur, -İklim Dengesizliklerini yumuşatır, -Yağışlı Fırtınalara set çekerek su taşkınlarını ve selleri önler, -Kuraklık Tehlikesine engel olur, -Şiddetli Yağmurların toprağı aşındırmasını Toprağın sıkılaşmasını , kumsalların çamurlaşmamasını sağlamakla kalmazlar bütün canlıların yaklaşık yarısını bünyelerinde barındırırlar, -Ormanlar dev boyutlarda karbonmonoksit kütlesi oluşturarak , atmosferdeki karbonmonoksitle dengeyi sağlar

  27. ASİT YAĞMURLARI: Yağmur damlaları ,küçücük bir çimenden , dev boyutlu ağaçlara kadar tüm canlıların yaşam kaynağıydı. Şimdiyse , bulutlarda yağmurun getirdiği canlılıktan çok ölüm saçan zehir var. Bütün bunların en önemli sebeplerinden birisi sanayi ve teknolojilerimizin bir sonucu olan asit yağmurları . Uzmanların bildirdiklerine göre bunun kaynağı sanayi kuruluşlarıdır. Özellikle Termik santrallerin bacalarından çıkan dumanların içinde bol miktarda kükürt dioksit ve azot oksit gibi gazlar bulunmaktadır. Bunlar atmosferdeki nem ile birleşince yakıcı asitlere dönüşmekte ve kar, yağmur, sis yağışlarıyla yeryüzüne ulaşmaktadır . İşte bunlara ASİT Yağmuru deniliyor.

  28. - Asit yağmurları, göller ve nehirler gibi sular dünyasına düştüğünde bunların asitlik derecesini artırır. Balıklar sudaki asitlik değişimine çok duyarlı oldukları için böyle sularda yaşayamazlar. -Asit yağmurları hayvanlar ve bitkiler gibi canlı varlıklara zarar vermekle kalmaz, taşınmaz kültür varlıklarını da olumsuz yönde etkiler. Bir Misal vermek gerekirse ,Kent içi yada dışındaki tarihi binalar, açık hava müzeleri , binlerce yıllık antik kentlere ait yapılar veya Nemrut dağında olduğu gibi taş anıtlar asit yağmurları ile yıpranmakta ve dağılmaktadır.

  29. Diğer önemli Çevre sorunları; Kimyasal atıklar, Çarpık Şehirleşme, Gürültü kirliliği, İnşaat materyalleri, sentetik malzemeler içeren mefruşat ve çeşitli tüketim ürünlerinin içerdikleri bileşikler sağlık açısından zararlar oluşturmaktadır. Güneş Işınları , Beslenme özellikleri, sigara, hava kirliliği gibi faktörlerin de kanser oluşumunda büyük rolü vardır. Çevreyi çok yönlü tahrip eden diğer bir faktör de savaşlardır.

  30. Çevre sorunları ve kirliliği bu sayılanlardan ibaret olmadığı açıktır. Bu nedenle her gün yeni kirlilik kavramları literatüre girmektedir. Siyasi kirlenme , dilin kirlenmesi , ahlaki kirlenme v.s. Gibi, Tüm bunlardan ötürü bir çevre ahlakının geliştirilmesi ve sorumluluk şuurunun yerleştirilmesi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu Yeni anlayışa göre ,İnsanın yalnız kendine karşı değil ;aynı zamanda diğer canlılara , cansız varlıklara ve hatta gelecek nesillere karşı da sorumlulukları ve görevleri bulunmaktadır.

  31. ÇEVRE BİLİNCİNİN GELİŞİMİNDE DİNİN ÖNEMİ: Çevre sorunları ve bunların çözümü söz konusu olduğunda unutulmaması gereken bir olgu da din ve kültür konusudur. Zira insanlar belli bir kültür ve belli bir dini atmosfer içerisinde dünyaya gelmektedir . Bu kişilerin gerek kendileri ve diğer insanlar ile gerekse dünya ve doğayla ilgili değer yargılarını dinleri ve kültürleri oluşturmaktadır. Sosyolojik , antropolojik ve psikolojik araştırmalarla da desteklenen bu gerçeği göz önünde bulunduran BM teşkilatı , çevre korumada her Milletin kendi dini ve kültürel zenginliklerinden yararlanmasını tavsiye etmiştir. Hedef ve amaç dünyayı ve ekosistemi korumak , daha sağlıklı bir gelecek olduğuna göre bu hususta dinlerin yapacağı katkı elbette büyük olacaktır.

  32. Bu çerçevede dünyanın en büyük çevre örgütlerinden birisi olan World WideFundfor Nature (Doğa için Dünya Fonu)1986 yılında yaptığı bir toplantıda dünyanın en Büyük dinlerinin (İslamiyet,Hıristiyanlık,Yahudilik ,Hinduizm ve Budizm) dinlerinin temsilcilerini bir araya getirerek çevre sorunlarına çözüm bulmada dinlerin katkısını ve önemini tartışmışlardır. Yine konunun dini boyutunu vurgulayan diğer önemli bir olayda Şubat 1990 yılında Moskova ’ da meydana gelen ; Astronom Carl Sagan ve tanınmış 22 bilim adamının Global çevreyi korumada kendilerine katılmak ve yardım etmek için dünyanın tanınmış dini liderlerine yaptıkları yardım çağrılarıdır. Bu çağrıyı yapan bilim adamlarının vurguladıkları gerçek şuydu ‘’Çevre Koruma ve doğal güzellikleri muhafazada kesinlikle dinin önemli bir yeri vardır.

  33. Her tür manevi değeri dışlayan ; geleneksel, ahlaki ve dini değeri yok farz eden ve dışlayan bir anlayışla bu sorunların üstesinden gelinemeyeceği bugün her zamankinden daha net olarak anlaşılmış bulunulmaktadır.

  34. KIZILDERİLİLER VE ÇEVRE : Çevre sorunlarının ortaya çıkmasıyla gündeme gelen bir konuda kadim gelenek ve kültürlerin tekrar araştırma konusu olmasıdır. Daha önceleri ,özelliklede batılı insan tarafından önemsenmeyen ve yok edilmeye çalışılan kültür ve medeniyetler yenilerde tekrar keşfedilmeye başlanmıştır.

  35. Böylece çevre sorunlarının sadece kirlenen dünyamız , yok olan doğal kaynaklarımız ve nesli tükenen türlerle sınırlı kalmadığı, yok olmaya yüz tutmuş kültür ve medeniyetlerle; modern zamanlarda önemsenmeyen semavi dinleri yeniden keşfetmeye başladı. Bunun en somut göstergelerinden birisi bir zamanlar yok edilmeye çalışılan Kızılderili kültürünün ve mitolojisinin yeniden keşfedilmesidir.

  36. Kızılderili Reisi Seattle’nin zamanın Amerika Başkanına yazdığı mektup tüm dünyada elden ele dolaşmakta ve ilgiyle okunmaktadır. Batılı insan hiçbir zaman Kızılderili’yi anlamaya çalışmamıştı. Bir kızılderili bundan haklı olarak şöyle şikayet eder. <<Siz beyazlar,bizim vahşi olduğumuzu sandınız.Bizim dualarımızı anlamadınız. Anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe , aya, ya da rüzgâra övgüler dizerken , siz bizim putlara taptığımızı söylediniz.Hiç anlamadan Yanlızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye ,bizi kayıp ruhlar diye nitelediniz.

  37. Biz , Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük; Güneşte, ayda ağaçlarda, rüzgarda ve dağlarda .Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık . Bu çok mu kötüydü.? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla , gerçek bir inançla bağlıyız….Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızıldereliler , karanlıkta değildir. Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz ? Evet konuşurlar . Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz, sizinle de konuşacaklardır . Asıl sorun beyazların dinlememesidir . Kızılderelileri dinlemeyi hiçbir zaman öğrenemediler. Bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben , ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar , bazen de Yüce Ruh hakkında.>> 65 65.T.C. McLuhan,YeryüzüneDokun,Kızılderili Gözüyle Kızılderili Benliği(Ankara İmge Kitapevi,1994

  38. Modern insan tabiatı ve çevreyi yeni bir gözle anlamaya çalışırken , başka bir ifadeyle tüm doğanın faydacı ve materyalist bir bakış açısından daha başka bir anlamı olup olmadığını araştırırken bu kadim kültürlerden işe başlamaktadır. Onlar kendilerini tabiatın bir parçası ve tabiatı da sembol ve anlamlar yüklü bir şekilde algılamaktaydılar.

  39. Görüleceği gibi , kızılderili’nin ibadeti ile doğadaki düzen arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Başka bir ifade ile ,anlamlar ve sembollerle dolu gördüğü tabiatla uyum içinde yaşamayı ve bir iç bütünlüğünü yakalamaya çalıştığı görülmektedir. Onlara göre bütün tabiattaki eserleriyle kendini bize tanıtmak isteyen Yüce Ruhtur.

  40. BUDİZM VE ÇEVRE : Genelde doğu din ve felsefelerinin insan-tabiat ilişkisiyle ilgili görüşleri batılı insanın dikkatini çekmemişti. Ünlü çağdaş Budist düşünür İkeda’ya göre Budizm’de insan-doğa ilişkisinin temeli ‘düalist bir karşıtlık olmayıp , karşılıklı bağımlılık’ oluşturmaktadır. Bunu EshoFuni kavramıyla açıklayan İkeda şöyle demektedir.

  41. Sho,bağımsız yaşam öğesi demek olan shoho’e bu hayatın dayanağını sağlayan çevre demek olan eho yerine kullanılmıştır. İnsan hayatı çevresini hem etkilediği hem de ona bağımlı olduğu için bu ikisi –Esho-ayrılmaz-Funi.İnsan ve çevresi iki ayrı ve zıt öğe olarak görülürse, ne birini ne diğerini doğru perspektif içinde kavramak mümkün olmaz.Çevre sabit ve değişmez kalmak yerine destek olduğu hayata göre değişir.Yalnız insan ve örneğin kuş için gerekli olan çevre farklı olmakla kalmaz,insanların bireysel özelliklerine göre de çevreleri değişir. Bu anlamda öznel beden ile çevre bölünmez bir bütündür. Budist düşünce bu kavramı daha da ilerleterek özne ve çevre arasındaki birliğin temelini kozmik hayat gücünde bulur.

  42. İkeda’ya göre Japon halkının atalarından miras aldıkları ’’İnsan ve çevre arasındaki uyum ‘’inancı tabiatla daha dengeli bir hayat sürmelerinde en belirleyici etkendi . ’’ bu ölçütler kendiliğinden çevre kirlenmesini önleyecek bir güce sahip olmuşlardır.’’Bunun en güzel ve çarpıcı göstergesi ise ‘’çağdaş dönemden önce Japonya’da doğa güzelliklerinin çağlar boyunca korunabilmiş olmasıdır.’ Ancak Japonya’da çevre sorunlarından nasibini almıştır..İkeda’ya göre bunun en önemli ve temel nedenlerinden birisi son birkaç on yıldır etkisine girilen batı medeniyetidir. Bunun bir sonucu olarak Japonlar tekrar geleneksel ve kültürel değerlerine sahip çıkmaya başlamışlardır. Bunun bir nedenini Mahavira’nın şu sözlerinde bulmak mümkündür; Her kim yeryüzünü , hava , su , ateş ve bitkileri ihmal eder veya dikkate almazsa kendi öz varlığını dikkate almamış olur. Zira insan doğanın dışında değil, bilakis onun bir parçasıdır.74 74 EnvironmetalPolicyand Law,17/2(1987)

  43. HİNDUİZM VE ÇEVRE : Çevre konusunda özellikle batılıların dikkatini çeken bir diğer kadim din ise hinduizmdir. Son zamanlarda sadece çevreci amaçlarla Hind dinlerine büyük ilgi olduğu görülmektedir . Bu aşırı ilginin bir nedeni , modern zamanlarda kendini tabiatın dışında ve üstünde tanımlayan ; tabiatı ve içindekileri sadece hammadde olarak gören anlayışın , her şeyi canlı ve kutsal gören doğu Kültürlerine olan bir eğilimi olmalıdır.

  44. Kadim ve manevi geleneklerin en büyük özellikleri , İnsanı etrafındaki tabii alemden koparılamaz ruhi ve manevi bağlarla bağlı ve bu tabiatın bir parçası olarak görmeleridir. Bu anlayışın en yaygın olduğu gelenek aynı zamanda dünyanın da en eski geleneklerinden biri olan Hinduizm’ min ayırt edici özelliklerindendir. Hind dini metinlerinden olan ve Hindu geleneğinin kaynakları olan kahin ve düşünürlerin bir araya getirdiği ilahilerden oluşan Vedalar , canlı ve cansız tüm mahlukatı aynı manevi güç tarafından kuşatıldığı bir dünya görüşünü yansıtmaktadır.

  45. Bunun sonucu olarak Hinduizm ; kendisini evrimin çeşitli safhalarıyla gösteren ve her şeyi kuşatan İlahi hakimiyete inanır . İnsanoğlu şu anda evrim piramidinin en tepesinde olsa da, tabiatı ve onun çok yüzlü/boyutlu hayat şekillerinden ayrı görülemez. Tepe de olma ona ayrıcalıklı bir konum ve meşruiyet vermez. Mundakaupaniştinde ilahi olan şöyle tanımlanmaktadır. Ateş onun başı,ay ve güneş gözleri;uzay ise kulakları,sesi ise vedada ilham edilmiştir. Rüzgar nefesi,bütün kainat ise onun kalbidir;yeryüzü ise onun oturduğu taburesidir. Gerçekten o her şeyin içindeki ruhtur. 76 Hind Kültüründe tabiata verilen bu önemin çevre bunalımıyla yeni bir ivme kazandığı görülmektedir. Çevre problemlerinin geldiği nokta , sadece tabiatı ve türleri değil , yok olmaya yüz tutmuş tüm gelenekleri, kültürleri, medeniyetleri de yeniden tanımayı beraberinde getirmektedir. 76 a.g.e,s.89

  46. YAHUDİ-HIRİSTİYAN GELENEK : Çevre sorunlarının yoğun olarak Görüldüğü 1960’lı yıllarda , bu sorunun tarihi ve felsefi kökleriyle ilgili araştırmaların başladığını daha önce işaret etmiştik . Bu konuda yazılan ilk makale Lynn White’ın ‘’TheHistoricalRoots of ourecologicalCrisis’’(Çevre bunalımımızın Tarihi Kökleri)adlı yazısıdır. 77 White’ın iddiaları Batıda büyük tartışmalara neden oldu . Zira onun temel argumanı ‘’çevre bunalımının temel nedeni Yahudi-Hıristiyan geleneğinden ’’ kaynaklanmaktaydı. Zira bu gelenek tarihin gördüğü en büyük insan merkezci(antropocentric) geleniğiydi.Bu temel tezini ise Tevrat ve İncil’in yaratılış bölümündeki şu ayetlere dayandırır.

  47. Allah dedi : Suretimizde , benzeyişimize göre insan yapalım ;ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına, sığırlara ve bütün yeryüzüne ve yerde sürünen her şeye hakim olsun’ 78 White’a göre modern insanın ;tabiatı fethedilmesi ve hükmedilmesi gereken bir nesne olarak bakmasının temelinde bu anlayış yatmaktadır. Yahudi-Hıristiyan geleneğin çevre problemlerinin ortaya çıkışındaki rolünü vurgulayan diğer iki düşünür ise Toynbee ve İkeda’ dır. Ancak her iki düşünür bu problemlerin üstesinden gelmek için yine dine müracaat etmemiz gerektiğini ileri sürüyorlar. 78 Kitabı-ı Mukaddes,Tekvin,I:26,

  48. Ancak ikinci kez dine başvurulurken, çevreci ve bütüncül bir yaklaşım gerekmektedir . İkeda’ya göre bu ‘’bilim adamları dahil bütün insanların , doğaya yaklaşımlarını, varlıklarının en derin noktasından itibaren köklü olarak değiştirmekle mümkün olabilir.’’79 ona göre bilimsel -teknolojik uygarlıkla içten bir devrime ancak din öncülük edebilecektir . Din önce düşüncede bir devrim getirecektir . Sonra bu devrimi geçiren insanlar çevrelerine bilimsel-teknolojiyi uygulayacaklardır. 80 79 Yaşamı seçin,s.50. 80 a.g.e,s.50

  49. Sonuçta Yahudi ve Hıristiyan dinlerinin düşünürleri şu noktaya vardılar : White’ın temel tezi ilk bakışta doğru görünse bile , zayıf bir temele dayanmaktadır . Zira White tezini desteklemek için seçmeci bir tavırla hareket etmiş ve belli ayetleri kullanmıştır. Halbuki kutsal kitaplar bir bütündür ve bu nedenle de bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir.

  50. YAHUDİLİK VE ÇEVRE : Yahudilere göre çevrenin konumu ve değeri konusunda Dünya Musevi Kongresi Başkan Yardımcısı Rabbi Arthur Hertzberg’un görüşleri aynı zamanda zımnen White’ın argümanın a da cevap veriyor.’’ Kim mahlukata karşı merhametliyse , babamız İbrahim’in neslindendir.’’(Bezoh 32h) alıntısıyla yazısına başlayan Hertzbergşöyle devam ediyor: Tevrat’ın bize anlattığı gibi , Tanrı alemi yarattığı zaman , onu bir düzen dahilinde yarattı. Güneş , ay , yıldızlar, bitkiler, hayvanlar ve nihai olarak da insanlar hepsi belli bir düzen ve amaçla ; kainattaki konumlarına uygun olarak yaratıldı. Birbiri üzerine tecavüz etmiyorlardı. ’’ Tanrı insanı aldı ve ona bakması ve koruması için cennete koydu.(Tekvin,2:19)Kabala öğretisinde,Adem’in ad vermesinden dolayı,onların ne olduklarını tanımlamada ilahi yardım gördüğü ileri sürülür.

More Related